Ne kadar önemli değil mi iyi insan olmak? Başlarınızı sallayıp, hak verdiğinizi hisseder gibiyim. Ama göreceli kavramlardır iyi olmak, kötü olmak, güzel olmak, çirkin olmak. Bu tanımların içini herkes farklı doldurabilir. Yaşanmışlıklar, deneyimler kişiden kişiye değişir çünkü. Mesela bir çocuk kötülüğü, onu oyuna almayan arkadaşı için söyleyebilir. Ona istemediği şeyleri söyleyen arkadaşını kötü bilir. Ama bir yetişkin için kötünün anlamını bunlardan çok daha farklıdır. Güzellik hepimizi göre çok farklıdır, çirkin dediklerimiz de öyle.
 

Fakat; “iyi insan olmalı” dediğimde hepimizin aklında aslında bir tema belirir. Bu da biraz belki görgü, edep - adap, ahlak ve adab-ı muaşeret kurallarının tanımladığı düzeydedir. En azından benim için öyledir. Bu kurallara uyan insanlar benim için iyi insanlardır. Nasıl yaşıyor olurlarsa olsunlar, ne iş yapıyor olurlarsa olsunlar, bu insanlardan kötülük gelmez. Çünkü bu kuralları hayatının tam orta noktasına koyan insanlar; bencil olmak, kötü olmak gibi birçok özelliğe sahip olmaz, olamazlar. Bir de şunun farkında olurlar; benim özgürlüğümün bittiği yerde başkasının ki başlar.

Belki bu konu, saatlerce üzerine konuşulacak konulardan biridir. Belki yukarıdaki tanımlama size hiç uymuyor da olabilir. Yalnız, iyi insanı oluşturan şeylerin sanırım hepimiz yukarıda bahsettiğim kurallar olduğu konusunda hemfikiriz. En azından öyle düşünmek istiyorum.

Müge bu konuya nereden geldi?

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada eski bir gazete küpürü paylaşıldı.

Bu köşede; 1960’lı senelerde okullarda okutulan “Adab- Muaşeret” dersinin konularından bazıları yazılmış. İlla ders olması gerekmez. Bizim mayamızda var. Bunlarla büyüdük, bunlarla yetiştik.

Daha sonra çok beğendiğim konuşmalardan biri raflardan çıktı. Aslında eski bir konuşma ama çok doğru şeylere temas eden bir konuşma, yine sosyal medyada çok paylaşılanlardan oldu. Ali Koç’un, gençler için düzenlenen bir konferansta yaptığı konuşmanın son kısmı; “İyi İnsan Olmak”a denk geldim. Tüm bunlar üst üste gelince ve çok paylaşılınca şöyle bir sonuca vardım; hepimiz iyi insanları özlüyoruz. Hepimiz o düzgün davranışlara özlem duyuyoruz. Sanırım bunu günden güne daha çok hissediyoruz.

Burada ne kadar iyi bir insan olduğum ya da çevremde ne kadar mükemmel insanlar olduğu gibi yanlı bir tartışmanın içine girmeyeceğim fakat anlayamadığım bir şey var. Geçtiğimiz sene bahçede kurumuş ve artık açmayacak bir ağacın kesimini izleyemedim, canım acıdı. Evet canlı ve anlamıyor, onun hayatı benim dilimden değil, içimden geçeni de anlamıyor ama bir ağacın kesimini izleyemeyen ben, insanların bu saldırgan ve acımasız duyguları nasıl barındırdığını anlamaya çalıştım. Gerçekten bunun üzerine düşündüm. Bize ne oldu? Sanırım “iyi insan olmak” tanımının ne olduğunu ve neden önemli olduğunu unuttuk. Bunu neden yapmamız gerektiğini de! Maalesef çok acı ama öyle.

Sadece bu konuda değil ki. İş dünyası farklı mı? Sadece bir adım öne çıkabilmek için birbirini acımasızca ezen insanlar, düzgün davranmana, iyi insan olmana müsade etmeyen bir ortam. İş dünyası bu kadar acımasız olmak zorunda değil derken, hayatta da acımasız olmaya başladık. Kıdem, mevki için ezer geçerken şimdi ne için bu kadar ezip geçtiğimizi anlayamaya çalıştım. Anlayamadım. Ben zaten iş hayatı ve normal hayatta farklı olmanın neden olması gerektiğini de bir türlü anlayamadım ya…

İnsan olmanın doğasında vardır acımak, üzülmek, merhamet, vicdan. Biz nasıl herşeye bu kadar sevinir olduk? Sanırım biz “her an mutlu ol” terimini çok yanlış anladık. Çünkü bizlere sürekli “ne olursa olsun, hep mutlu ol” dendi ve biz bunu çok yanlış anladık. Sosyal medyada ve her yerde herkes o kadar mutlu ki, biz acıyı unuttuk, acının nasıl bir şey olduğunu. Kötü günlerin de olabileceğini unuttuk. Bazı şeyleri kabullenmek yerine, üzerini çizer olduk. Daha mutlu olmak istedikçe, daha bencil insanlar haline geldik. Bizden daha mutlusunu gördüğümüz zaman canımız acıdı. Çünkü en mutlu biz olmalıydık. Onların mutluluğunu aşağı çekmek istedik. Bu da yetmedi, onların üzüntülerinden, onları ezerek daha da mutlu olduk. Yani acıdan da mutluluk çıkardık. Çünkü sürekli mutlu olmalıyız.

Haliyle bu kuralları unutunca, birbirimize karşı tahammülümüz de azaldı. Saygımız kalmadı birbirimize. Karşımızdaki kim olursa olsun sorgusuz sualsiz saldırganlaşmaya başladık. Bencilleştik. En çok biz mutlu olmalıyız, en haklı biz olmalıyız, en çok her şeyi biz hakediyoruz. Sanki yarın yokmuşçasına yaşamayı biz çok yanlış anladık. “Anı Yaşa” yani “Carpe Diem” felsefesini biz çok yanlış anlamış olmalıyız. Ama sevdik bu işi. Çünkü kimseyi düşünmek yok, o aslında bazen olması gereken mahalle baskısı yok, sonsuz bir özgürlük, sınırsız bir mutluluk… Kısacası kendi hayatımız, kendi mutluluğumuz dışında odaklanacağımız, düşünceğimiz hiçbir şey yok ortada. Dolayısıyla daha az dert, tasa yerini daha rahat bir hayata bıraktı. Ve biz, bu kurallara uyarak yaşamaya çabalayanlar, arkasının önünün farkında olmaya çalışanlar, bir yerde kapı tutmaya, yol vermeye kalkanlar; ya suratına kapı yiyor ya da asi bir korna ile irkiliyor hale geldik. Her gün kendimize yarın böyle olmayacağım diyor yine de olamıyoruz. İyi ki de olmuyoruz. Yoksa bakkalını kütüphaneye çeviren amca olmaz, yoksa sağanak yağmurda ıslanan teyzeye ceketini veren adam olmaz, yoksa “2 lahmacun fazla yollar mısınız? Öğrenciyiz.” diyen öğrencilere 10 lahmacun gönderen lahmacuncu da olmaz. Yoksa şu küçücük dünyada yaşayacak bir yer bulamayız.

Birçoğunuzdan yaşça küçüğüm farkındayım, haddime de değil kimseye ders vermek, bir şeyleri dikte etmek. Yaşından büyük olmakta birçok zaman doğru değildir, ukalalıktır çünkü. Ama şunlar var mesela; büyüklerin karşısında ayak uzatılmaz, ayak ayak üstüne atılmaz. Büyükler söz vermeden lafa girilmez, laflarının üstüne laf söylenmez. Evet bazı saygı, görgü, edep, adap ve ahlak kuralları bazı zamanlarda gereksiz olabiliyor ama bazıları hala oldukça önemli. Mesela para konuşulmaz, yeni alınan şeyler anlatılmaz, ayıptır çünkü. Bir büyük geldiği zaman herhangi bir sağlık problemimiz yoksa yer verilir. Mesela topluluk içinde bağıra bağıra konuşulmaz. Mesela bir yere girerken arkana bakılır gelen varsa kapı tutulur. Biz bu ve bu gibi kuralların ikazlarını alarak ve hala almaya devam ederek yaşıyoruz, ailemizden bunları öğrendik. Hala bile zaman zaman hala hatalarım oluyor ve annem çekiyor bir kenara yanlışımı söylüyor. Bunu yazan ben, bu sene 30 yaşıma gireceğim. Ama hala olmadım. Çünkü insanız en neticesinde hala öğrenecek çok şeyimiz var. Hala göremediğimiz birçok hatamız. Hala birilerinin aklına, fikirlerine, bilgi ve deneyimlerine ihtiyacımız var.

İster kabul edelim, ister etmeyelim; bizi bir arada tutacak olan, bizi insani değerlerden uzaklaştırmayacak olanlar; görgü, edep ve ahlak kuralları. Lütfen bunlara sıkı sıkı sarılalım, hiç bırakmayalım! Çünkü bunların öneminin farkında olanlar ne kadar dik durursa o olumsuz davranışları da daha az göreceğimize inanıyorum.

Saygıyla ve sevgiyle kalın…