100 kişiye sorduk,
Pek farklı cevaplar alamadık;
“Hayat amacınız nedir?”
Cevap : “Mutlu olmak”

Cevap çok güzel, ancak temenni olarak kaldığı sürece hayatımızı pek kolaylaştırmıyor. Sonuç olarak hepimiz mutluluğun peşindeyiz, sorun şu ki nasıl mutlu olacağımızı bilemiyoruz. Gelip geçici zevklerin peşinden koşmayı, anlık keyifleri mutluluk zannediyoruz, paranın tek başına ihtiyacımız olan huzuru satın alabileceğine inanıp daha fazlasının, hep daha fazlasının hayalini kuruyoruz.
Yine de bütün bunlarda yanlış olan bir şey yok. Hepimizin anlık keyiflere, hiç bir şey düşünmeden kendimizi akıntıya bırakmaya, “kafamızı boşaltmaya” hem hakkı var, hem de ihtiyacı. Önemli olan bu uzun hayat yolculuğu içerisinde kapladıkları yerdir.
Kronik mutsuzların çoğunun ortak hisleri vardır; kendilerini “boşlukta” hissederler. Yönsüz bir şekilde rüzgar ile savrulduklarını, “amaçlarının” olmadığını söylerler. Keşke daha fazla zamanları olsa, biraz daha uyuyabilseler, istedikleri telefonu, kamerayı, televizyonu, ayakkabıyı alabilseler, “ah bir zengin olsalar” çok daha mutlu olabileceklerini söylerler.



Pozitif Psikoloji’nin kurucularından Martin Seligman’a göre mutlu olmak; yaş, cinsiyet, yaşadığınız yer, eğitim, evli ya da bekar olmak, hatta para gibi dışsal koşullardan ziyade bağışlamayı, minnettarlığı, umudu, akış halinde kalmayı, haz ve zevkleri bilinçli bir şekilde kullanmayı kapsayan içsel koşullara bağlıdır.
Hayatı boyunca asık suratı, memnuniyetsiz ve aksi tavırları ile çevresinde “mutsuz” bir insan olduğu izlenimi yaratan profesörün ölüm döşeğinde “yaşamak güzeldi” dediği hikayeyi okuduğumda  mutluluğa farklı bir açıdan baktım. Mutluluk sadece gülmek, şarkılar söylemek, dans etmek (ki bunlar mutluluğun algımızdaki davranışsal karşılıklarıdır) değildi; mutluluk kimi zaman zorlu bir çalışma dönemi sonunda ulaşılan nokta, bazen hararetli bir tartışma ortamı, bazen de sessiz bir ritüel haline gelmiş kitap okuma saatleri mutluluk için yeterli oluyordu. Bütün bu aktivitelerin ortak özelliği ise insanlar üzerinde zamansızlık etkisi (zamanın nasıl geçtiğini anlamamak) yaratmaları, bir amaç doğrultusunda gerçekleşmeleri, kişilerin o an boyunca akışta oldukları, güçlü yönlerini kullandıkları faaliyetler olmalarıydı.




Mutluluk geçmişte olamaz. Geçmişteki hataları bağışlıyor ve deneyimlediğiniz ve sahip olduğunuz her şey için minnettarlık duyuyor olabilirsiniz, bu iyidir fakat geçmişteki güzel anılara sımsıkı tutunup kalmak sizi şu anda mutlu hissettirmez, aksine dün ile bugünü kıyaslayıp şu anki hayatınızın “yaşanmaya değer bir hayat olmadığını” düşündürme olasılığında dolayı sağlıklı değildir.
Mutluluk gelecekte de olamaz. Geleceğe umutla bakıyor olabilirsiniz, gelecekte sizi başarı ve zenginliklerle dolu bir hayatın beklediğini düşünüyor olabilirsiniz, bu da iyidir fakat gelecekte bir gün, sanki hayatınıza bir sihirli bir değnek dokunmuşçasına mutlu olmayı beklemek, burnunuzun dibindeki güzellikleri görmenizi engelleyecektir.

Mutluluk “an”da gerçekleşir. Geçmişi veya geleceği yaşayarak mutlu olamazsınız. Nasıl ki geçmişte yaşadıklarınızın şu anki düşünceleriniz üzerindeki etkisi sınırlıysa, gelecekte ulaşmayı umut ettiğiniz güzel günlerin bugün size bir faydası yoktur.

Gerçekten -ama gerçekten- “an”da kaldığınız zaman geçmiş, gelecek, kaygı, güvensizlik, ego, korku gibi mutluluğu engelleyen kavramlardan uzaklaşır, hayatı olduğu gibi kabul edersiniz. Varoluşun eşsiz deneyimi, bilinç, düşünce ve kavramların üzerine çıkar; kendinizi kavramlarla tanımlamak yerine sadece “olursunuz”.

Mutluluk ufuk çizgisi gibidir, siz ona yaklaşmaya çalıştıkça o sizden uzaklaşır. Mutluluğu bir hedef olarak belirlemek yerine, anda kalarak onu bir “oluş” haline getirmelisiniz.

Dan Millman’ın “Dingin Savaşçı” isimli kitabında söylediği gibi;
“Bizi mutlu eden yolculuğun kendisidir, varış yeri değil”
Mutlu kalın. :)

Gürhan Öztürk / Değişim Koçu
[email protected]