Oyuncak deyip geçmeyin!

Abone Ol

Yazar Sunay Akın’dan Göktürklü ailelere çocuk gelişimi için öneriler “Oyuncak deyip geçmeyin!”

ile olan bağı nasıl kurmaları gerekiyor? Günümğzde biliyorsunuz eski oyuncaklar unutuldu. Artık hep bilgisayar ve konsol oyunları var. Annelere ve babalara bu noktada nasıl tavsiyeler verirsiniz?

Ülkemizde bu noktada çok büyük sıkıntılar var. Türkiye’nin asıl sorunları şu sormuş olduğunuz sorulardadır. Şöyle başlayayım. Gelişmiş ülkelerde, yani demokrasisi, ekonomisi bizden çok daha iyi olan ülkelerde oyuncak çocuklara hayalleri genişlesin diye alınır. Daha çok, daha güzel hayaller kursun diye alınır. Geri kalan ülkerlerde ise oyuncak çocuklara oyalansın diye alınır. Hayalleri büyüsün diye çocuklarına oyuncak alan ülkeler dünyayı yönetirken, oyalansın diye alan toplumlar onların kapılarında oyalanmaya mahkûmdur. İstanbul Oyuncak Müzesi bu gerçeği anlatan binlerce örnekle doludur. Ebeveynlerin çok iyi eğitilmesi gerekiyor. Prof. Dr. Atalay YÖRÜKOĞLU çok değerli bir çocuk bilimcidir. Ülkemizde çocuk ruh sağlığının öncülerindendir. Bir derste, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğrencilerine şunu söylemiş: “Bu yaşıma kadar Türkiye’nin her yerinden anneler ve babalar çocuklarını bana getirdi. Dediler ki, hocam bu çocuk biraz tuhaf muayene edin. Ben onlara siz merak etmeyin dedim ve götürüp oyuncak odasında onlarla oynadım. O çocuklarla sadece arkadaş oldum ve oynadım. Ailelerini de onları tedavi edip geri gönderdim.” İşte size çocuk eğitiminin ne demek olduğunu anlatan en güzel söz! Annenin ve babanın oyun ve oyuncak konusunda bilgilenmesi gerekir. Zaten dünyadaki bütün oyuncakları çocuklar yapmıyor ki. Bütün bu oyuncaklar biz büyüklerin yapıp, çocukların dünyasına sunduğumuz objelerdir. Yani bir oyuncak tabanca çocuğun yaptığı bir nesne değildir. Bugün dünyada satılan savaş oyuncaklarını, tabancaları, şiddet nefret içeren oyuncakları fabrikada çocuklar mı yapıyor, büyükler mi yapıyor ? Biz yapıyoruz. Onların dünyasına silahı, nefreti, ölümü sokuyoruz. Hem bunu yapıyoruz, hem de çocukları şiddetten nasıl koruruz diye düşünüyoruz. Bilinçli ebeveynler şunu düşünüyor. Ne yapayım da çocuğumu bu şiddet içeren oyuncaklardan uzak tutayım. Sorun çocukta değil ki oysa. Çocuk burada masum. Anne babanın öncelikle oyuncağın saygınlığını bilmesi gerekir. Oyuncak çocuğu onlardan uzaklaştıran, onların ayak altında dolaşmasına engel olan, oyalan bir obje değildir. Çocuğunuzun gelişmesinde, konuşmaya başladığında kurduğu doğru tümceler, doğru anlatımlar sizi nasıl mutlu ediyorsa bilin ki sizin oyuncakçıdan alıp çocuğunuzun önüne koyduğunuz oyuncaklar da aynı değerdedir. Çünkü oyuncaklar hayal dünyasının sözcükleridir. Doğru oyuncaklar koyarsanız hayal dünyasında doğru metinler ortaya çıkarır çocuk. Türkiye’de daha henüz bu bilinç yok. Genel fotoğraftan bahsediyorum. Tabii ki duyarlı aileler de var. Onları tenzih ediyorum. Ama ülkeme baktığımda bu bilgi birikimini bu duyarlılığı göremiyorum.



Tabletler ve bilgisayar oyunları, çocukların elinden hiç düşmüyor. Bu konudaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? 

Korkunç, kanser!! Çocuk dünyasının kanseridir bu bilgisayar oyunları. Anlatmaya çalıştığım o büyüklerin dünyasını taklit edip çocukları onun içine koymaları. Nedir bunlar? O sırada lak lak yapacak, dedikodu yapacak, TV’de dizi seyredecek diye babalar sesini çıkarmıyor. Aman orada uslu uslu oturuyor, bana bulaşmasın da ne yaparsa yapsın mantığıdır bu. Çok tehlikelidir. Biz bunlara mücadele ediyoruz ve o kadar zor durumdayız ki. Bilinçli anne baba yok. Bir de bunları konuştuğumuz için karşımızda büyük bir sermaye, büyük bir kapital birikimi var. Çünkü bu çok büyük bir rant. Bunları karşımıza alıyoruz. Farkında mısın? Bu söylediklerim bize nasıl bir baskı olarak döneceğinin farkında mısın? Nasıl yok edilmek isteneceğimizi? Çünkü büyük bir ranta çomak sokuyoruz bunları söyleyerek. Birilerinin çıkar ilişkilerine, kar ilişkilerine engel oluyoruz. Olmasınlar, yalan yanlış çocukları zehirleyerek kimse para kazanamasın. Nedir bu bilgisayar oyunları. Şiddet içeren bilgisayar oyunlarından söz ediyorum tabii. Bilgisayarı elbette ki çocuğa tanıtmak, anlatmak gerekiyor. O ayrı bir konu. Teknolojiyi dışlayabilir misin? Bilgisayarı dışlamak demek zamanında İbrahim Müteferrika’nın matbaasına karşı çıkanlarla bizi aynı kefeye koyar. Anlatmak istediğim o değil. Bütün mesele çocuk oyunları altında şiddet içeren, insan öldürmeyi bir başarı gösteren oyunların önüne geçebilmektir. Bu sadece bilgisayar dünyasında değil her yerde geçerlidir. Silah reklamı yapılamaz. Ama haberleri izlediniz mi hiç? Haberlerde her gece silah reklamı yapılıyor. Roketatarlar, tabancalar, kalaşnikoflar, tanklar, savaş uçakları. Bu ne? Bu reklam değil mi? Sayın bakalım bir haber bülteninde kaç tane silah görüyorsunuz. Büyüklerin böyle bir dünyası, çocuklarına miras olarak, gelecek olarak ne bırakır? Çocukları nasıl koruyacağız bunlardan? Sadece bilgisayar oyunlarında şiddet içeren araçlar yok ki. Haberler de onlarla dolu. Bir TV filminde kaç tane insan ölüyor. Bir gün, TV denilen kutuda bütün kanalları say, kaç tane cinayet işleniyor? Ve bunları çocuklar seyrediyor. Bu yüzden bir an önce Çocuk Bakanlığı kurulmalıdır.

Sunay Akın içimize ışık tuttunuz. Son olarak bize biriktirdiğiniz tüm hikayelerin evi haline dönüşen Oyuncak Müzesi’nden bahseder misiniz?

İstanbul Oyuncak Müzesi’ne gelen bir anne baba içeri girerken bir eliyle çocuğunu tutuyor. Çocuğunu getiriyor. Daha doğrusu aileler İstanbul Oyuncak Müzesi’ne sadece çocuklarını getirdiklerini sanıyorlar. Müzeyi geziyorlar ve buradan ayrılırken o anne ve baba dışarı çıkarken bir eliyle çocuğunu tutuyor ya, öteki eliyle de kendi çocukluğunu tutuyor. Üç kuşağın bir arada gezip aynı mutluluğu alabilecekleri tek mekân oyuncak müzeleridir. Burada sadece çocuk ve anne baba değil, eğer varsa yanlarındaysa dedeler, nineler, büyükbabalar da aynı duyguyu yaşıyorlar. Üç kuşak aynı anda aynı duyguyu yaşıyor ve aralarındaki iletişim bağları güçleniyor. Aileler çocuklarını mutlaka müzelere götürsünler. Çocuklarınızı 6-7 yaşına kadar nerede gezdirirseniz, o gittiğiniz mekânların havasını, ruhunu alır o çocuklar. Oraya benzer. Çocuklarınızla beraber gittiğiniz mekânlara benzer çocuklarınızın geleceği. Kişilik ya da karakter dediğimiz 6 yaşına kadar olgunlaşır. Bu yaş dönemine kadar siz müzeleri geziyorsanız, müzelerde varolan bilgi, bilgiye değer vermek ya da korumacılık düşüncesi ve anlayışı çocuklarınıza geçer. Çocuk okusun, merak etsin, araştıran bir insan olsun diyorsanız onu müzelere götürün. Sakın ola ki o yaştaki çocuk müzeden ne anlar demeyin. Bunu diyen anne ve babadan bir şey olmaz. Çocuk anlar. Çocuk Picasso’dan da anlar, Dali’den de anlar. Her şeyden anlar çocuk. Çocuklar yedikleri yemeklerdeki proteini, vitaminleri anlıyorlar mı? Hayır. Anlamaları gerekir mi? Hayır. Ama şunu biliyoruz ki onun bedensel gelişiminde yediği yemeklerdeki proteinler ve vitaminler faydalıdır. Aynı şekilde çocuklar müzelere gittiklerinde oraların tarihsel içeriğini, derinliğini birebir anlama ihtiyacı duyar mı? Hayır. Nasıl ki yediği yemekteki proteini, vitamini bilmiyorsa bunu da bilmesi gerekmez. Bir çocuk hem bedensel hem de ruhsal gelişimden ibarettir ve en hassas taraf da ruhsal gelişimdir. Öyleyse sen bu ruhsal gelişimi nereden ve nasıl besleyeceksin? Müzelerden. Getir, ruhu orada doysun. Sadece çocuğun karnı acıkmaz. Ruhu da acıkır. Ruhunu neyle, nereden dolduruyoruz çocuğun? Müzelerden mi besliyoruz, yoksa üç nokta yan yana diyeyim, diğer gidilen bütün mekânları biliyorsunuz yani. Bilinçli, duyarlı aile çocuklarını mutlaka hafta sonları müzelere getirirler, gezdirirler.

“ Oyuncak ve insan kalbi çok benzer birbirine. Bazen tamiri olmaz ikisinin de.”

{ "vars": { "account": "PASTE_ANALYTICS_ACCOUNT_ID" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }